-
Tinin Görüngübilimi - G. W. F. Hegel
1 × 66,00 TL
-
Toplam : 66,00 TL
285,00 TL 380,00 TL
Arı Usun Eleştirisi (1781) ve Kılgısal Usun Eleştirisi (1788) tarafından öncelenen Yargı Yetisinin Eleştirisi (1790) Kant’ın insan bilgisinin sınırlarını çizmekle ilgilenen eleştiri projesinin son çalışmasıdır. Kant’ın “eleştirileri” her durumda bilgiyi eleştirdikleri için kendileri bilgisiz, kuşkulu eleştirilerdir. Gerçekte, eleştiriler yalnızca arı usun, kılgısal usun ve yargısal usun Kant’ın kendi kişisel usu ile bir karşılaştırmasıdır, usun us yoluyla eleştirisi, saltık bir karşılaştırma değildir. “Kuşku” Kant’ta insanı bilgisizlikten bilgiye götüren olumlu bir olumsuzlama değil, ama hiçlikten hiçliğe, bilgisizlikten yalnızca bilgisizliğin doğrulamasına götüren ruhbilimsel bir tutumdur. Kant’ın kuşkusu pekinlik ile berkitilmiş bir kuşku, paradoksal bir kuşkudur. Kant “eleştirisinin” bir kişisel yeğleme sorunu olduğunu bir kez bile olsun ayrımsamış görünmez.
Kant estetiği olduğu gibi teleolojiyi de bir “yargı” sorunu olarak alır ve böyle yargılara birer “köprü” karakterini vererek onlar aracılığıyla duyulurüstü ve duyulur bölgeler arasındaki uçurumu kapatmayı amaçlar. Böyle “transzendental amaç” doğallıkla eşit ölçüde “transzendental” çabalar yoluyla gerçekleştirilebilir. Birinci eleştiri bilme yetisinin kendisini bilme problemini ele almış ve bunu bilmeden önce bilmenin nasıl olanaklı olduğunu göstererek yapmıştır. İkinci eleştiri insanın bilgisiz bir istencinin ve bilgisiz bir ahlakının olduğunu, etik yaşamın ancak sonsuzluk içinde erişilebilecek boş bir beklenti olması gerektiğini saptamıştır. Birinci eleştiri usun diyalektiğinden kaçmış, bilgiyi sıkı sıkıya öznenin içerisine yerleştirmiş, özneyi nesnel dünyaya karşı bilgi geçirmeyecek bir yolda yalıtmıştır. Ve Hume’un görgücü eleştirisinden kurtarıldığı söylenen doğa bilimleri bile gerçekte öznenin nesnel dünya ile hiçbir ilgisi olmayan kuruntularına indirgenmiştir. İkinci eleştiri kılgısal usu ya da istenci eşit ölçüde bilgisiz ve kuşkulu bir yeti olarak almış, ve duyulurüstü kendinde-şey ile ilişkisi olmayan apayrı bir türden ikinci bir duyulurüstü dünyada öznel özgür nedenselliğin olanağını ileri sürmüştür. Sonuçta, birinci alanın Doğanın ötesine geçemeyen aşkınsal zorunluğu ikinci alanın Doğanın ötesine geçebilen aşkınsal özgürlüğü ile karşı karşıya kalmıştır. Bu bütünüyle grotesk alanların birbiri ile ilişkilendirilmesi gibi bütünüyle grotesk problem üçüncü eleştirinin görevi yapılmıştır. “Yargı yetisi kendi içinden doğa şeyinin bilinemez duyulurüstü ile bağıntısının bir ilkesini çıkarabilir.” Bu köprü projesinin saptanmasında yatan güçlük de tıpkı işin yerine getirilmesinde yatan güçlük gibi yalnızca ve yalnızca Kant’ın aşkınsal entellektüel yetilerinin başa çıkabileceği bir türdendir. Bu enteresan köprüyü kurma görevi estetik yargıya ve teleolojik yargıya düşer.
Schiller kafasını ve ruhunu bu tuhaflığa uyarlayabilmek için on yılını harcadığını, ve sonra normale dönebilmek için ikinci bir yıl on yılını daha harcamak zorunda kaldığını söyler. Kantçılık ülkesinde Schiller kadar talihli ve yetenekli çok az insan vardır. — Aziz Yardımlı
1790’da yayımlanan üçüncü eleştiri olan Yargı Yetisinin Eleştirisi’nde Kant Estetiği ve Teleolojiyi Yargı Yetisinin sorunları olarak irdeler.
Kant felsefesi için bilinen herşey Öznededir. Dışsal sandığımız hiçbirşeyin varlığı saltık olarak ileri sürülemez. Bu konuma göre tüm olgusallık — doğal ve tinsel varoluş — öznenin içersine düşer. Giderek Kant’ın bakış açısı için Tanrı bile kılgısal usun bir konutlaması, öznel bir sayıltıdır ve böyle öznel olarak — aslında öznenin kendisi olarak — bir inanç nesnesi yapılır, nesnel olarak değil. Bu felsefe eksiksiz öznel idealizmdir, ve ideayı yalnızca özneye özgü görerek nesneyi, realiteyi ideasız, belirlenimsiz bir soyutlama olarak, bir kendinde-şey olarak öte-yanda bırakır. Kendinde-şey Kant’ın felsefesinin bir çıkarsaması, varlığı tanıtlanan bir belirlenim değildir. Dışarıdan, düşünürün bilincinden çekilip alınır ve bütün bir felsefi yapıya ilke yapılır. Kendinde-şeyin böyle varsayılması Kant’ın kuşkuculuğunun felsefi bir vargı değil, ama bilgiyi önceleyen ve bilgiden bağımsız bir önyargı olduğunu anlatır. Kant’ın bu öznelciliği aynı zamanda Kopernik devrimi olarak gördüğü şeyin gerçekte hiç de kategorilerin nesnel deneyime bir uygulanışı olamayacağını, kategorilerin onlara dirençli kendinde-Şeye değil, ama öznenin kendi kendisine yüklenmesinden daha ileri gidemeyeceğini gösterir. Böylece Kant’ın bütün bir felsefesinde ‘bilgi’ dediği şey gerçekte olanın değil, ama olmayanın ‘bilgisidir.’
Kant ilk iki Eleştiri’sini yazdıktan sonra hem özellikle onlarda ele almadığı Estetik çözümlemeye bir yer bulabilme açısından, hem de Felsefenin bütünlüğünü kurma açısından çözülmesi güç sorunlar karşısında olduğunu gördü. Kant’ın ilk iki Eleştirisi, Arı Us ve Kılgısal Us üzerine çözümlemeleri felsefenin klasik dizgeselliği ile ancak belli değişkiler ile uyuşabilecek, ve Estetiğin kendi başına bir felsefi alan olarak ileri sürülmesi açıkça dizgenin bütünlüğü ile bağdaşmayacaktı. Ve gene de Kant bir bütünlüğü sağladığını, kuramsal ve kılgısal felsefeleri birleştirdiğini, ve bunu Güzelin bir çözümlemesi yoluyla, Estetik ve (her nasılsa onunla bağladığını düşündüğü) Teleolojik yargı yetisi aracılığıyla başardığını ileri sürdü. Bu noktadan geriye bakarak, Arı Usun Eleştirisi’ni sanki bir Doğa Felsefesi işlevini de görüyormuş gibi sık sık Doğa ile ilişkilendirir ve kuramsal felsefenin Doğa ile ilgili olduğunu, Doğaya yasalarını verenin kuramsal Anlak olduğunu ileri sürer. Öte yandan, kılgısal alanın Usun biricik yasama alanı olduğunu söyler. Sonuçta kuramı Doğa ile, kılgıyı ise Ahlak ile sınırlayan tuhaf bildirimlere baş vurmak zorunda kalır, çünkü Doğayı salt İstençten yoksun olduğu için kuramsal olarak görür, ve Tin alanının ise kılgısal olduğu için kuramsal olmaması gerektiğini düşünür. Bu tür ‘uslamlamalar’ içinden ilerleyen bir uyarlama girişiminin ortaya kaçınılmaz olarak nasıl bir çelişkiler yumağı çıkaracağı açık olmalıdır. Bu düzeye dek, Yargı Yetisinin Eleştirisi ussal bir çözümlemeye konu olamayacak denli yapısız, mantıksız bir kolajdır. Eğer bu bir üstünlük olarak değil ama eksiklik olarak görülürse, o zaman Estetik üzerine böyle bir çözümleme en az estetik olanı olarak görünür.
Schiller Kant’ın felsefesinden doğan bir ‘Estetiğin’ Güzeli bütün İnsanın, insan doğasının özsel bir bileşeni olarak gören şair üzerindeki etkisini Xenien (1796) için yazdığı şu dizede anlatır:
İçindekiler | İçindekiler İkinci Kitap |
---|
Sadece bu ürünü satın almış olan müşteriler yorum yapabilir.
Leibniz
Monadoloji
Çeviren: Aziz Yardımlı (Türkçe-Fransızca-Almanca-İngilizce)
112 sayfa; 1. Hamur; 170 × 100 mm
Alman felsefeciliğinin babası olarak bilinen Leibniz (1646-1716) bilginin duyusal-algıdan türediği sanısı içinde olan İngiliz Görgücülüğü ile karşıtlık içinde, ve Usu felsefelerinin ve bütün bir varoluşun ilkesi, anlamı, değeri olarak kabul eden Spinoza ve Descartes ile birlikte Kıta Ussalcılığının önde gelen adları arasında durur. Ama Leibniz herşeyden önce bugün de onun notasyonu ile bütün bir modern dünyada fiziksel evrenin nicelik yanından anlatımı olarak kullanılan Kalkülüsün bulucusudur.
Monadlar ya da Birler “bireysellik ilkesinin” anlatımları olarak Batı felsefi geleneğine aittir ve soyut Biri gerçek varlık olarak görme eğilimindeki Doğu monizmi ile karşıtlık içinde durur.
Leibniz’e göre bu dünya olanaklı dünyaların en iyisidir ve ondaki kötülük, çirkinlik ve yanlışlık yalnızca ve yalnızca Tinin gelişiminde henüz etik, estetik ve entellektüel varoluşuna ilişkin bilgisizliğini bütünüyle yenmemiş olmasına bağlıdır. Özsel olarak ussal olan insan kendini görüngü dünyasında da saltık olarak ussallaştırma, onun sonsuz gizilliğine uymayan kötü biçimlerden özgürleşme olanağı ve zorunluğu altındadır. Varolan usdışı kültürel durum ussal gerçeklik karşısında zorunlu olarak güçsüz ve geçici hiçlikten başka birşey değildir. Ussal evren sonsuz bir monadlar çokluğu içinde bir uyum, bir “önceden-saptanmış uyum” varoluşudur. Leibniz’in ussal optimizmi henüz yarı yoldaki insanın bilgi, duyunç ve estetik duyarlıktaki toyluğunu onun yazgısı olarak ve böylece varoluşu anlamsız olarak gören nihilizme (ve pesimizme) erken bir yanıttır.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.